Umut Etmenin Gücü
Çoğumuzun çevresinde, koşullar ne kadar elverişsiz olsa da umudunu hiç yitirmeyen insanlar vardır. Bu kişiler kimi kez irrasyonel, kimi kez "Polyannacı"... kimi kez de "gerçeklerden kaçma" eleştirilerine maruz kalır. Şüphesiz bu eleştirilerin duruma göre haklı tarafları olabilir.
İtiraf etmeliyim ki, geçmişte ben de bu eleştirileri sıkça yapan biriydim. Lâkin konunun diğer bir boyutu var ki; göz ardı edemeyeceğimiz: Sanal Gerçekciliğin hakimiyeti altındaki çağımızda; rasyonel - irrasyonel ayrımını yapmak pek de kolay değil.
Heidegger, Aydınlanma ideolojisine atıfla şöyle der: "Düşünme ancak, yüzyıllardır yüceltilen aklın, düşünmenin en inatçı düşmanı olduğunu anladığımız noktada başlar."
Öğrenilmiş Çaresizlik
Bireyin; "değerlerine ve yaşamına tehdit algısı yaratan olaylara karşı göstermiş olduğu tepkilerin sonuca ulaşmaması durumunda, sonucu değiştiremeyeceğine karşı oluşan inanç" diyebileceğimiz bir paralize hâli. Diğer bir deyişle;
"Umutsuzluk batağı": ne yaparsam yapayım sonucu değiştiremiyorum.
Örnek vermek gerekirse, Paris'teki terör saldırılarına şahit olmuş kişilerin şu sözleri durumu açıklığa kavuşturabilir: "Silah seslerini, insanların çığlıklarını, ölen ve yaralananları sanki TV'den izliyormuş gibi donup kaldım. Hiçbir şey hissedemedim"
Böylesi bir umutsuzluğun ciddi psikolojik sonuçları var hâliyle: Öncelikle bireyin öz varlık -benlik- saygısını yitirmesine neden oluyor.
Seligman, Martin E. P. Helplessness : on depression, development, and death (Çaresizlik : Depresyon, Gelişme ve Ölüm Üzerine) kitabında şöyle diyor:
"Yaygın hastalıklar genellikle birey tarafından öğrenilen, desteklenen ve haklı görülen bir çaresizlik duygusu içinde büyür."
Umutsuzlukla gelişen çaresizlik, sonuçta üzüntüye ve strese neden oluyor. Bu da vücutta aşırı kortizol üretimine neden oluyor. Stres Hormonu olarak da bilinen Kortizol sayesinde tehlike sinyali aldığımızda bazı tepkiler vererek durumu stabil hale getiriyoruz. Lâkin aşırı kortizol sağlığımızı tehdit ediyor: Kan şekerini, tansiyonu yükseltip, çarpıntılara neden oluyor. Bellek, konsantrasyon sorunları... uyku bozuklukları, depresyona davetiye çıkarıyor...
Umutsuzluğun neden olduğu Öğrenilmiş Çaresizlik bir başka soruna da yol açabiliyor:
Kendini Gerçekleştiren Kehanet:
Kişi o kadar karamsar bir ruh haline bürünüyor ki (ne yaparsam yapayım sonucu değiştiremem) bu paralizasyon hâli nedeniyle, başına gelmesinden korktuğu her ne varsa müdahil olamadığı için; korktuğu başına geliyor.
Umut etme duygu mu düşünce mi?
Kansas Üniversitesi araştırmacılarından C. R. Snyder, bir makalesinde; "umudun bir duygu değil bir düşünce biçimi, düşünsel bir süreç olduğunu ve umut etmenin öğrenilebileceğini" öne sürüyor. Ve ekliyor; "çocuklar umudu çoğunlukla ebeveyinlerinden öğrenir. Umut, sınır koyma, devamlılık ve desteğin olduğu ilişkiler içinde öğrenebilir"
Hamiş:
Olumlu düşünmenin, umudumuzu yitirmememizin şüphesiz ruh sağlığı ve hayatımız üzerinde etkisi büyük. Bu konudaki yabancı kaynaklar -görüşler, önermeler- kadar... kendi kültürümüzde de bu doğrultuda çok sayıda deyiş yok mu?
- Çıkmadık candan umut kesilmez
- Korkun seni mahkum eder. Umudun seni özgür bırakır.
- En karanlık gece bile sona erer ve güneş tekrar doğar.
- Her zaman bir umut saklayacaksın ki içinde, bütün umutların bittiğinde son umudun olsun.
***
Umut şafağa gebe, gecenin rahminde
Gözyaşıma yükler serpiştiririm,
Belki bir tohumu yeşertir, bir cana derman olur.
Şarkılarımız var bizim, özgürlük ve umut şarkıları,
Elele birlikte söylediğimiz,
Farklı olsak da, niyetlerimiz bir,
Aydınlık bir dünya.
H.G.
Yorumlar
Yorum Gönder